Süper Lig’in ilk yarısı tamamlandı. Puan cetveli kapandı ama vicdan defteri hâlâ açık. Çünkü bu ligde bir kez daha futbolun kendisi değil; kulisler, krizler, skandallar ve bitmeyen tartışmalar öne çıktı. Top yuvarlandı, goller atıldı ama geriye kalan duygu şu: Bu lig yine kendisiyle kavgalı.
Süper Lig’de İlk Yarı Bitti, Futbol Yine Kaybetti
Süper Lig’in ilk yarısı tamamlandı. Puan cetveli kapandı ama vicdan defteri hâlâ açık. Çünkü bu ligde bir kez daha futbolun kendisi değil; kulisler, krizler, skandallar ve bitmeyen tartışmalar öne çıktı. Top yuvarlandı, goller atıldı ama geriye kalan duygu şu: Bu lig yine kendisiyle kavgalı.
Zirvede Kim Var Sorusu, Artık En Önemsiz Soru
Evet, Galatasaray lider. Evet, Fenerbahçe namağlup. Kâğıt üzerinde bakınca her şey “büyük rekabet” gibi duruyor. Ama sahaya biraz daha yakından baktığınızda futbol adına tatmin edici bir tablo görmek zor. Kazanmak için oynanan, kaybetmemek üzerine kurulan, riskten kaçan bir lig izliyoruz.
Galatasaray kazanıyor ama ikna etmiyor. Fenerbahçe kaybetmiyor ama domine edemiyor. Beşiktaş zaten ne oynadığını, ne oynamak istediğini sezonun yarısında hâlâ arıyor. Trabzonspor ve Anadolu kulüpleri ise birkaç iyi maçtan sonra hızla sıradanlığa teslim oluyor. Yani zirve yarışı var ama seviye tartışmalı.
Yönetimler Sahada Yok Ama Her Yerdeler
Süper Lig’de futbolcular koşuyor, teknik direktörler bağırıyor ama asıl mücadele yönetim katlarında yaşanıyor. Başkan değişiklikleri, koltuk savaşları, kongre tehditleri… Kulüpler, sportif başarıdan çok güç mücadelesi alanına dönmüş durumda.
Yönetimler başarısızlığı hakemlere, federasyona, fikstüre yüklüyor; başarıyı ise tamamen sahipleniyor. Bu düzen yıllardır değişmiyor. Kimse aynaya bakmıyor, kimse “yanlış kadro planladık”, “yanlış teknik direktör seçtik” demiyor. Hesap sorulmadıkça da bu kısır döngü devam ediyor.
Bahis Dosyası: Bu İşin Şakası Yok
İlk yarının en utanç verici başlığı açık ara bahis soruşturması. Futbolcuların, hakemlerin, kulüp çevrelerinin adının bu dosyalarda geçmesi bile başlı başına bir skandaldır. Henüz kesinleşmiş kararlar yok, evet. Ama mesele hukuki değil; ahlaki.
Bir ligde taraftar “bu maç gerçekten sahada mı kazanıldı?” diye soruyorsa, orada futbol bitmiştir. Hakem kararları bu kadar tartışılırken, üzerine bir de bahis iddiaları ekleniyorsa, güven duygusu paramparça olur. Federasyonun ve ilgili kurumların bu süreçteki ağır ve silik duruşu ise sorunu daha da büyütüyor.
Avrupa: Gerçeklerle Yüzleşme Alanı
Avrupa kupaları, Süper Lig’in makyajını silen sert bir ayna oldu. İçeride büyük görünen takımlar, Avrupa’da hızla sıradanlaşıyor. Oyun temposu yetmiyor, fizik yetersiz kalıyor, organizasyon çözülemiyor.
Her yıl aynı cümleler: “Şanssız kura”, “hakem hataları”, “eksikler”… Ama sonuç hep aynı. Sorun tek maç değil, yapı. Plansız transferler, kısa vadeli başarı hırsı ve teknik akıl eksikliği Avrupa’da acımasızca cezalandırılıyor.
Futbol Konuşulmuyorsa, Lig Kaybediyordur
Belki de en acı tablo şu: İlk yarı bittiğinde en az konuşulan şey futbolun kendisi. Oyun, taktik, gelişim, genç oyuncular… Hepsi arka planda kaldı. Manşetlerde ise hep aynı şeyler vardı: Skandallar, kavgalar, açıklamalar, karşılıklı suçlamalar.
Süper Lig, kendi ayağına sıkan bir organizasyon hâline gelmiş durumda. Herkes bağırıyor, kimse dinlemiyor. Herkes haklı, kimse sorumlu değil.
İkinci Yarı İçin Net Bir Uyarı
Bu lig ikinci yarıda da böyle giderse, kazanan sadece kaos olur. Şampiyon çıkar, kupa verilir ama futbol yine kaybeder. Temiz, adil ve gerçekten rekabetçi bir ortam oluşturulmadıkça; bu lig ne Avrupa’da saygı görür ne de kendi taraftarını ikna eder.
Süper Lig’in sorunu puan durumu değil. Sorunu, aynaya bakmaktan kaçması.

