DEÜ Hastanesi'nde Uzaktan Sağlık Hizmeti Dönemi Başlıyor DEÜ Hastanesi'nde Uzaktan Sağlık Hizmeti Dönemi Başlıyor
Türk insanının Batı edebiyatında ve sinemasındaki tasviri, genel Orta Doğu klişesi çerçevesinde değerlendirilebilir. Bu eserlerdeki Türkler sadece çirkinlik ve kirlilik gibi negatif fiziki özelliklerle betimlenmekle kalmıyor, aynı zamanda vahşi, güvenilmez, şehvet düşkünü ve mantık yeteneği olmayan üçkâğıtçı karakterlere uygun görülüyorlar. Tek işi batılı kahramanlara zorluk çıkarmak olan ve eninde sonunda yenilen tipler şeklinde resmediliyorlar. Ülke olarak Türkiye ise bütün önemli ve iyi işlerin Batıdan gelen kahramanlar tarafından yapıldığı silik bir arka plan olarak kullanılıyor.
Bu durumun kökenleri, çok eski dönemlere kadar uzanıyor. Örneğin, Simon Shephard Rönesans döneminde üretilen eserlerdeki Türk imajı hakkında şöyle diyor: “Türkler, Tatarlar ve hatta Acemler, Avrupa Hristiyanlığını tehdit eden kâfir güçler olarak anlatılırlar. ‘Türk’ kelimesi temel olarak iki anlamda kullanılıyordu: Biri kendine has özellikleri olan İslam devletini belirtmek içindi. Diğeri ise davranış kalıbı ve karakter olarak kötü ve insafsız tutumu ifade ediyordu.”
Bu yaklaşımı günümüzde halen Türkiye’de de çok popüler olan sanatçıların eserlerinde de görmek mümkün. Mesela İstanbul’u kirli bir yer olmakla eleştirmekle kalmayan ve oradaki minareleri de “gereksiz yere dikilmiş kirli, beyaz mumlara” benzeten Amerikalı edebiyatçı Ernest Hemingway, bunlardan yalnızca bir tanesi. Bütün zamanların en çok satan seyahatnamelerinden biri olan kitabında, Sultan Abdülaziz’i “güçsüz, aptal, cahil ve kukla” sıfatlarıyla tanımlayacak kadar alçalan; Türkleri yalancılıkla, ahlaksızlıkla ve kötü kokmakla itham eden Mark Twain, bir diğeri.
Hakkında yayınlanan uluslararası film ve kitaplarda, Türkiye genellikle alenen aşağılayıcı bir üslup kullanılarak, sadece olumsuz yönleriyle ele alınıyor. Bunun en çarpıcı misallerinden birisi, pek çok listede sinema tarihinin en etkili ve başarılı filmleri arasında gösterilen ve halen günümüzde bile referans verilen, yedi dalda Oscar ödüllü Arabistanlı Lawrence (Lawrence of Arabia). İngiltere yapımı film, Birinci Dünya Savaşı sırasında çeşitli Arap grupları Osmanlı Devleti’ne karşı savaşmaya kışkırtan, gerçekten yaşamış ve Arabistan yarımadasında görev almış bir İngiliz ajanı olan Thomas Edward Lawrence’ın başından geçenleri anlatma iddiasında. Türk asker ve komutanları barbar, savaştan kaçan ve cinsel sapkınlıkları olan kişiler şeklinde gösteren bu film, diğer benzeri Batı menşeli filmlerin prototipi niteliğinde. Gerçek şahsiyetleri konu aldığı için, tarihi gerçekleri yansıtma iddiasındaki bu propaganda filmi, aslında Osmanlı Türkleriyle birlikte Arapları da aşağılaması ve beyaz bir İngiliz ajanın şahsiyetinde batılıları yüceltmesiyle dikkat çekiyor.
Bilinen bir diğer meşhur örnek, Türkiye’den Amerika’ya esrar kaçırmaya çalışırken yakalanıp hapse atılan William Hayes isimli bir mahkûmun hapishanede maruz kaldığı olayları anlatan, 1978 yapımı Geceyarısı Ekspresi (Midnight Express) filmi. Eleştirmen David Robinson’un bir millete nefret kusan en vahşi yapım olarak tanımladığı bu film, izleyicinin “en acımasız önyargılarını, korkularını ve hıncını kuvvetlendirme” gayreti sergiliyor.
Her yaştan ve eğitim seviyesinden Avrupalı ve Amerikalıya ulaşan buna benzer birçok edebiyat ve sinema eseri aracılığıyla, yıllar boyunca kafalara barbar, pis, zalim, çirkin, sapık ve ahlaki değerlerden yoksun Türk imajı kazındı. Türkiye hakkında detaylı bilgiye sahip olmayan milyonlarca kişinin, Türkiye’yle ilgili yegâne bilgi kaynağı olan bu tip popüler kültür ürünleri, maalesef günümüzde de tahribatlarına devam ediyor.

OĞUZHAN YANARIŞIK
Warwick Üniversitesi, Siyaset ve Uluslararası İlişkiler

kaynak: akademikperspektif

Editör: TE Bilişim